Beyaz yakalı çobanlar

Yaklaşık bir hafta önce  Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı kendisine tarım politikaları ile ilgili bir soru üzerine şöyle bir açıklama yaptı:

“Tarım, futbol gibi herkesin bir fikri var. ‘Sizin mutlaka bir köye dönüş projesi geliştirmeniz lazım’ deniyor. ‘Peki o zaman sizin çocuğunuzdan başlayabilir miyiz?’ diyorum. ‘Yok benim çocuğum olmasın’ diyorlar. Demek ki biz gerçeklerden hareket edeceğiz.”

Bakan bu yorumu bir başka bakanın, Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın “Afgan çobanlar gitse tarım, hayvancılık kalmaz” açıklaması üzerine yapmıştı.

Sığınmacılar, tarım politikaları ve Türkiye’de köyden kente göç ve kentlileşme ekseninde oldukça uzun tartışmalara neden olabilecek bu dolaylı diyalogları bir adım öteye taşıyalım:

Sizce çobanlık veya tarım-hayvancılık gibi işler, yerel çiftçiye veya sığınmacılara kalacak mı?

Bu soruya kesin bir yanıt vermek kolay değil amaşunu anlamamız gerekir. Günümüzde küresel gıda politikaları bazı temel soruna çözüm bulma odaklı oluşturuluyor.

Bu temel sorunlardan birisi dünyanın dört bir yanına dağılmış 8.2 milyar insanın en alt düzeyde bile olsa nasıl besleneceği ve bunu yaparken kapital sermaye sonucu kendi yakınında, coğrafyasında yetişmeyen veya bulunmayan gıdalara arzu duyan milyonların, talepleriyle nasıl buluşturulacağı.

Küresel gelir adaletsizliğine benzer biçimde oluşan gıda da 20. yüzyıl başından beri hatta belki de çayın, kahvenin kıtalararası göçünden beri küresel tedarik zinciri içinde gereksinimden arzu nesnesi olmaya doğru bir yola çıktı.

Bu yolculuk seri üretim çıktısı olan ürünlerin zamanla birer arzu nesnesine dönüşmesine benzer bir yol izledi.

Kimilerinin muz yediği kimilerinin de muz üretimi ve taşınması içinde ucuz işgücü olmasına neden olan düzeni sırf ABD’nin muz ticaretini, hegemonyası altına almak için Honduras’ta uyguladığı “Muz Cumhuriyeti” yöntemleriyle açıklanamaz.

ÇÖLLEŞEN DÜNYA

Gelecek tarım politikaları için geçmişten çok daha farklı koşullar sunuyor. Bu koşulları belirleyen başlıca etken ise iklim krizi.

İklim krizinin etkileri sonucu dünya üzerindeki pek çok tarım alanının  yakın bir gelecekte (20-30 yıl) yok olması veya verimsizleşmesi bekleniyor.

Bunun olmayacağını düşünüyorsanız size ABD’nin “Heartlands” adı verilen Ortabatı bölgelerindeki geniş tarım arazilerinin 19. yüzyılın başından sonuna kadar geçen sürede agresif tarım dolayısıyla nasıl çölleştiğini incelemenizi önerebilirim.

ABD bu sürede tarımdan elde ettiği ihracat gelirini sanayi yatırımına çevirerek devasa bir katma değer yarattı ve sonuçta büyük bir doğa katliamı ve yerli halkların yaşam alanlarını yok etme pahasına dünyanın süper gücü oldu ama küresel ölçekte böyle bir öykünün yeniden yazılmasına olanak yok.

Çözüm mü? İki ayaklı, kesin bi yapılacaklar listesi: Her anlamda olabildiğince az tüketmek ve kaynakları verimli kullanmak. 

Söz konusu tarımda verimlilik ölçütleri olunca tarımı bin yıllardır var eden ve kuşaktan kuşağa aktarılan deneyimlerin kısa zamanda yok olacağını öngörebiliriz. Çünkü somut bir verimlilik algısı sezgisel ve aktarılmış deneyimleri değil verileri odağına alır.

VERİMLİLİK VE KAYBOLAN DEĞERLER

Güncel tarım teknolojileri beraberinde su tasarrufu, etkin tohumlama gibi pek çok işlevsel yenilik getiriyor. Ancak görünen o ki bu yenilikler geleneksel tarım ağının içinde olan çiftçiler, çobanlar ve satıcılarla paylaşılacak gibi değil.

Tarım alanları gelecekte bir şirketin çalışma ofisi olarak yönetilmeye uygun görülmüş ve tarım işinde çalışmak da bir anlamda kentte bir inşaatta çalışmaktan en azından çalışma kültürü açısından çok farklı olmayacak.

“Tarımda şirketleşme”, aslında GDO’lu tohumlar, AB gibi uluslarüstü kurumların lezzet ve tat standartlaştırması, çiftçi desteklerinin kısılması ile zaten 30-40 yıldır fark edilen bir gelişmeydi. Atılacak bir sonraki adım ise çalışma kültürünü değiştirmek.

Bu yüzden Afgan sığınmacıların çobanlık işindeki sözü edilen gerekliliği ile yerel bir gencin kendi bölgesinde çoban olma veya tarım sektöründe çalışma isteksizliği arasında en azından gelecekte tarım biçilen rol açısından bir fark yok.

Türkiye’de, Marmara başta olmak üzere çarpık biçimde dağılan demografinin farklı bölgelere yönlendirilmesi ve sanayideki farklı iş kollarının ülke geneline yayılması beklenebilir. 

Ancak kırsalda yaşayan gençleri köyde kalmaya yöneltecek bir politika beklemek zor. 

Özellikle genç nüfusun yaşam şartları giderek zorlaşsa da büyük kentleri tercih ediyor olmasının nedenleri başlı başına bir yazı konusu ancak bu isteksizliğin köyleri en azından geleneksel sahiplerinden daha da koparacağını söylemek mümkün. 

Kim bilir belki de boşalan köyleri kentli üst orta sınıflar doldurmaya başlar ve “Anadolu’ya dönüş” hareketi hiç beklenmeyen bir biçimde dönüşür.

KIRSAL VE SOSYAL MEDYA

Öte yandan benim tarım sektöründe çalışanlar açısından en ilgimi çeken veriler TikTok’tan çıkıyor. Bu sosyal medya platformunda biraz arama ile bir çobanın, tarla süren, ürün toplayan gencin gündelik videolarına rast gelebilirsiniz.

Genelde kent yaşamıyla eşleşen sosyal medyanın kırsala kendini ifade etmek için bir şans tanıması temelde çok güzel. Ancak bu paylaşımların giderek bir beyaz yakalı paylaşımının ardı sıra geliyor olması söz ettiğim tarımda şirketleşme kültürünü besliyor olması da bir o kadar garip.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Önerilen Makale

Son Yazılar